Avustralya, Tazmanya, Yeni Zelanda ve Pasifik adalar…
İçinde gemi, otobüs, tekne, pırpır uçak her türlü ulaşım aracını içeren 25 günlük bir seyahat bu. Gezinin en ilginci kısmı 14 gün süren gemi seyahati. Yaş ortalamasının 70 olduğu 2500 kişilik gemide tek Türk olarak klasik “ahiret” sorularına muhatap oldum. Sorular ve içimden geçen cevapları aşağıdaki gibidir.
– 1,5 Milyon Ermeni’yi neden öldürdünüz?
– Sen gelsene bi dışarı bakim.
– Hiç Türk’e benzemiyorsun?
– Sen gelsene bi içeri bakim.
– Develer, Çöller… İstanbul egzotik olmalı?
– Köprüyü de deveyle geçiyoruz. Kıçına da OGS taktım.
– 4 kadınla mı evlisin?
– Nerdee…
– Peki, kadınların yüzünü görmeden mi evleniyorsunuz? (peçeye atıf)
– Yok, ama yüzünü görmek istemediğimiz kadınlar var. (boşandıklarımız)
– Siz Arapça mı konuşuyorsunuz? (müslümanız ya)
– Siz Latince mi konuşuyorsunuz? (Hristiyanlar ya)
– Türkiye’de yüz küsür gazeteci içerideymiş.
– Tıssss
Bunun dışında gemi seyahati çok keyifli. Gemide yok-yok. 2000 kişilik gösteri merkezi, Diskolar, Sinema salonları, Kumarhane, Koşu pistleri, Basketbol, Tenis Sahası, Yüzme havuzları, SPA’lar, Özel Restoranlar. Sabah kral sofrası, sonra kuşluk, arada çiz-burger, derken öğlen yemeği, ikindide açık büfe Suşi, akşamüstü sıcak fırın, ardından akşam yemeği, yatsılık… Bana“oralardan ne aldın?” diye soranlara söylüyorum. “kilo aldım !”.
Gemi etkinlikleri ise hiç bitmiyor. Akşamları iki seans olarak yapılan Lido, Las Vegas, Broadway’i aratmayan showlar, yarışmalar, çekilişler, konserler, partiler. Gündüz ise elbette karaya çıkış ve geziler. Gemiden alınan ekstra turların fiyatları hemen geminin dışında bekleyen “ayaklı acentalara” göre 2 hatta 3 katı pahalı. Ancak zengin Amerikalının üçe, beşe baktığı yok. Asyalısı, Avrupalısı, Yahudisi ise kapı acentası ile pazarlıkta. (bendeniz de)
Gelelim gezimizin özüne. Nerede ne görülür meraklısına aşağıda yazarız. Ancak ansiklopedik bilgi dışında neler gördüm bakalım?
Avustralya’dan başlayalım.
Avustralya;
Yemen halt etmiş. Giden gelmiyor dedikleri yer buralar olsa gerek. 16 Ocakta yola çıktım. 18 Ocakta Sidney’e vardım. Dile kolay 2 gün. Hem de hiç uyumadan, konaklamadan Bangkok aktarmalı. Burada rastladığım Türkler hala başbakanı Ecevit zannediyorlar. Ben unuttum bile ama GS’ın Saraçoğlu’nda FB’yi yendiğini, FB’nin Türkiye kupasını aldığını hatırlayanlar bile var.
Avustralya sakin memleket. Ne kavga var dövüş, ne bağıran çağıran, ne de trafik. Zengin de memleket. Toprak altında maden dolu ama hepsini bir anda çıkartmıyorlar. Kotaları var. Hepsini çıkartıp fiyatları düşürmek yerine en az 1000 sene aynı standartlarda yaşayacak bir strateji izliyorlar. Her üç aileden birinin teknesi, yatı var. Hala da göçmen kabul ediyorlar. Dünyada “tarihi olan” Tibet’inden, Meksika’ya, Hindistan’dan Özbekistan’a en fakir ülkeye de gitseniz kendine özgü bir mimarisi vardır. Burada ise mimari ruhsuz. Beş benzemez bir arada. İngiliz geldiğinde 3, 5 bina yapmış. Ama iklim farklı olduğundan o da burada sırıtmış. Sonra da o kültür bu kültür birleşince “ortaya karışık” bir mimari çıkmış. Fakat Sidney’de ki Opera binasının muhteşem mimarisine, akustiğine gerçekten şapka çıkartılır. Evde oğlana laf dinleteceğim diye gırtlağımı yırtan bendeniz, rehber denemek için sahneye aldığında fısıltı ile 100 metre ileride gürültü yapan oğluma “cem, sus bakim!” dedim veeee sustu!. . Binanın mimarı Danimarkalı Jørn Utzon ölmeseydi iyiydi. Kesin bir ev yaptırırdım.
Avustralya’ya yerleşmiş bir Türk’ten şu sözleri işittim; Ben herkesin insan olduğunu ve herkese aynı muamelenin yapılması icap ettiğini Avustralya’da öğrendim. Bir tek gün kimse hakkımı yemedi, kuyrukta önüme geçmedi, trafikte açık gözlük yapmadı, avanta istemedi. Polisten, memurdan, politikacıdan korkmadım. Aksine bana yardımcı olacaklarına inandım, güvendim. Ve devam etti. Avustralya’da yaşayan her insan bedava sağlık sigortasına sahiptir. Şehrin merkezi dışında iki katlıdan yüksek bina bulunmaz. Normal evler bir dönüm bahçe içinde müstakil evlerdir. Şehrin belki yarısı golf sahaları (bedava), botanik bahçeleri, göller ve akarsular ile kaplıdır. Okullar bedavadır. Musluktan akan su, hakiki içilen sudur (sözde değil özde). Kilise, Cami, Havra, Budist tapınakları ve daha nice dini yapı yan yana varlıklarını devam ettirir. SBS adlı devlet televizyonunda Avustralya’da yaşayan 100 küsür ayrı millete mensup insanların kendi dilinde yayın yapılır. Çoğu Avustralyalı iki vesile ile kravat takar; düğün ve cenaze. Avustralya’da en büyük suç yalan söylemektir. Yalan söyleyen yalan beyanda bulunan insanın hayatı kayar. Onun dışında her şeyin bir çaresi bulunur.
Kısaca Avustralya yaşamak için harika bir memleket. Kimine göre hemen şimdi, bana göre 70’imden sonra…
Tazmanya;
Burada da Başkent Hobart’ı gezdik. Tabi Tazmanya’nın meşhur “canavar”ını görmek için “Bonorong” vahşi yaşam merkezini de. Girişte sizi sevimli Kangurular karşılıyor. Tek tehlikeleri, gözünüze ani bir kroşe çıkartmaları veya arkadan kıçınıza çifte atmaları. Bu nedenle parkta dolaşırken gözünüzü ve gözünüzü kollamanız gerekiyor. Koalası, Kiwisi, Wombat’ı derken karşımıza “Tazmanya Canavarı” levhası çıkıyor. Dev bişi beklerken karşımızda 20-25 cm büyüklüğünde fare bozması bi hayvanat çıkıyor. Soruyoruz nedir bu adın sırrı? keseli olan bu hayvan adını, siyah kürkü, irkildiğinde yaydığı kötü kokusu, yüksek sesle çıkardığı ürkütücü çığlığı ve beslenirken sergilediği çok hırçın hareketleri ve birkaç ton basabilen çenesinin kuvvetinden dolayı almıştır diyorlar.
Başkent Hobart şehrinde enteresan ne var ne yok bir bakalım dedik; bula bula bir cadde tabelası bulduk!. Üzerinde TOILETS ve TAXI bölgesi yazıyordu. Hayvanat bahçesi dışında Tazmanya’dan aklımızda kalan ve kalacak olan budur.
Fiyordlar ve adalar;
Önce fiyord nedir açalım; İki tarafı sarp kayalıklarla çevrili uzun, dar ve derin koylardır. Kuzey veya güney kutbuna yakın bölgelerde buzulların oluşturduğu vadilerin deniz suyu ile dolmasıyla oluşan dik yar ve kayalıkların arasındaki dar deniz koycuklarına verilen isimdir. Bitti…
Gelelim bizim gezimize; Önce gemimiz yüksek dağların içerilerine kadar giriyor. Daralan fiyordlara ise özel tekneler. Bize ise sarp dağların yamaçlarından akan şelalelerin sesini dinlemek ve doğayı resimlemek kalıyor. Sanki zaman orada durmuş. Ne işi düşündüm, ne aşkı, ne midemi düşündüm, ne maddi güzellikleri. Başkaları ne derse desin ben kendi sloganımı burada buldum “Huzur Fiyorlarda”.
Daha sonraki günlerde teknelerle Yeni Zelanda’ya ait adalarda dolaştık. Buralarda neden yaşanır bir türlü anlamadım. Tamam, illa dünyanın öte tarafında yaşamak istiyorsan Sidney’de veya Yeni Zelanda’nın herhangi bir şehrinde yaşa ama 30-40 tane evin bulunduğu, ne sinema, ne tiyatro, ne bar, ne de doğru dürüst restoranın bulunduğu adaya gelip ne diye buralarda sürünürsün be adam?
Yeni Zelanda: Dunedin, Akaroa, Wellington, Napier, Tauranga, Auckland;
Bazı birbirine komşu ülkeler vardır. Huyunu, suyunu, dilini, dinini, geçmişini, tipini birbirinden ayırt edemezsin. Ne halt yemeye ayrı ülkeler kurmuşlardır anlamazsın. Maksat “Böl ve yönet”. Al sana 30-35 Arap ülkesi, Al bi o kadar Güney Amerika ve Orta Afrika ülkeleri. Bunlarda böyle. Önceden gelmedi isen Yeni Zelanda’da da mısın Avustralya’da mı? anlamazsın. Tek fark biri Avustralya Doları diğeri Yeni Zelanda Doları kullanıyor olması. Bu mudur fark yani?
Ancak Yeni Zelanda’da doğa harika. Daha bir “el değmemişlik” var. Örneğin Akaroa’da tam gün bir tekne tutup kıyıları dolaşmak, doğal yaşamında Mavi Penguenleri, Albatros’ları, Fok Balıklarını ve Yunusları gözlemlemek mümkün.
Bu arada indiğimiz her limanda bizleri “yaşlı teyze koroları” karşılıyor. Merak edip yunanlı 3. kaptana sordum kim bunlar? diye. Dedi; bunlar dullar topluluğu, kocayı kaybeden kendini koroda buluyor. Şehre in. Bu korolardan onlarcasını bulacaksın sokaklarda. Doğru çıktı dediği. Sokaklar dullardan, halaluya şarkılarından geçilmiyor Yeni Zelanda’da. Bir de her köşe başında ve kasabada Türk Restoranları var. Biz de memleket özlemi, dalıyoruz içeri bir merhaba demeye ama anlayan yok. Çoğu Arap. Peki neden Türk Restoranı açtınız diye soruyoruz. Cevap ilginç. Her sene Anzak Törenleri için onbinlerce Avustralya ve Yeni Zelanda’lı Türkiye’ye gidiyor ve Türk Mutfağını tanıyor, seviyor diyorlar. Bu nedenle Türk restoranı açmışlar. Ancak kalite yerlerde. Zamanında İtalya, Fransa ve bazı ülkelerin konsoloslukları Yurtdışında açılan kendi ülke adını taşıyan restoranlar için “kalite sertifikası” veriyorlardı. Bazen neden Türk Konsoloslukları da bunu yapmıyor diye düşünüyorum. Arabın, Hintlinin yaptığı zeytinyağlı dolmadan, dönerden hayır mı gelir.
Sertifika deyince; Turist milleti gezdiğine-tozduğuna dair elinde belge ister. Bu nedenle elde fotoğraflar, videolar dolaşılır. Sertifikalar ise bu işin diplomasıdır. O kadar saçmasapan şeyler için bile diplomalar, sertifikalar verilir ki gülersiniz. Ör. Dunedin’de bir merdivenli sokak için, “dünyanın en uzun merdiveni” sıfatı ile hediyelik eşya satan bir dükkan sertifika veriyor. Ne o? Cem Polatoğlu merdiveni gördü. Hadi canım. Bizim Şişli-Fulya’da ki dükkanın yanındaki merdivenler (Türk Kalp Vakfının Karşısı) bunun tam 2 katı ve daha dik. İşi bırakıp sertifika mı dağıtsam 5 TL’ye ne?. Şaka bir yana adamlar Turizm’de sineğin yağını çıkartacak ne varsa yapmışlar ki bunlar benim de Türkiye’de zihni sinir projelere sıcak bakmamı sağlıyor.
Mesela
- Anzak törenleri için Türkiye’ye gelen turistlere Çanakkale Valisi imzalı, şehit olan dedesinin isminin yazdığı bir sertifika verelim. Bakın 7 sülale ve sonraki nesiller her sene burada mı değil mi?
- Sertifikaları arttırın. Balon turu, Kız, Galata Kulesi ziyareti, alaturka “tam isabet” sertifikası, Asya’dan Avrupa’ya geçti sertifikası,v.s.(Hele bir de turistlere yaya olsa geçişler)
- Auckland ve Avrupanın Tüm kule ve köprülerinde (kontrollü) bungee jumping yapılır. Neden dünyanın en güzel manzaralı köprüsü boğaz köprüsünden biz de yapmayalım?.
- Tüm denizi olan şehirlerde Speedboat’lar ile denizden şehir gezisi yapılır. Neden İstanbul’da tek bir speedboat turu yok?
- Her scuba (dalgıç) anısı, orada daldım burada daldım sertifikasıdır. Nerede tek bir İstanbul dalış broşürü Sultanahmet acentalarında?
- Uçakla İstanbul semaları zaten yasak, Helikopter sınırlı ama hiç Yelkenli ile adalar, boğaz turu broşürünü gördünüz mü? Yabancıların “kayak” dedikleri boğazda kano turu ilanı gördünüz mü? Şile’de rüzgar sörfü broşürünü? Oysa Şile dünyanın en önemli windskate bölgelerinden biri.
Nasrettin hocaya fıkrasına benzetmek gibi olmasın ama; Bence İstanbul’a Turist olarak gelip de Avrupa’dan Asya’ya yürüyerek geçip, sertifika almayacak Turist olamaz. Türkleri bırakın İstanbul’a gelen 8 Milyon Turistten 20’şer euro alsak, köprü 160 Milyon euro basar. (derdi bana düştü!)
Gelelim kısa ülke bilgilerine;
Avuturalya;
Nüfusu 23 Milyon, Başkenti Canberra olan Australis, yani güneyden, güneye ait anlamına gelen Avustralya’ ya ilk ayak basan Avrupalılar 1606 da Hollandalılar. Ama Avustralya’daki ilk insan yerleşimi 48 Bin yıl öncesine dayanıyor. “Aborijinler” 1770’de James Cook bölgeyi Britanya topraklarına kattığını ilan etmiş. 1911’de ise kendi bağımsızlığını ilan etmiş. Avustralya, dünyanın en büyük adası ve en küçük kıtasıdır. Bugün ülke halen sembolik olarak Kraliçe II. Elizabeth’e bağlı, anayasal monarşi altında parlamenter bir sistemle yönetilmektedir.
Yeni Zelanda;
Başkenti Wellington ama en büyük ve en kozmopolit şehri Auckland. Nüfus 4,5 Milyon, Yeni Zelanda’ya ilk kez 1000 yıl önce Polinezyalı “Maoriler” yerleşmiş. Adaya ilk ayak basan beyaz adam ise 1642 yılında Hollandalı Abel Tasman. Burası da olarak İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth’e bağlı, anayasal monarşi altında parlamenter bir sistemle yönetilmektedir.
Afyon MagazinAfyon Magazin